Çekişmeli boşanma davasında evlilik birliğinde gerçekleşen olaylar bir bütün olarak değerlendirilip hakim tüm delilleri değerlendirdikten boşanmada kusurlu olan tarafı belirler. Boşanmada asli veya ağır kusurlu taraf belirlemesinin tarafların mal paylaşımına olan etkisi merak edilen konuların başında gelmektedir. Yazımızda boşanmada kusur belirlemesinin mal paylaşımına olan etkisi, boşanmada kusur belirlemesinin hangi talepleri etkileyebileceği, boşanmada kusur belirlemesinin nafaka ve çocuğun velayetine olan etkisi, hangi boşanma nedenlerinde kusurlu olan eşin mal paylaşımında daha az pay alabileceğine ilişkin ayrıntılı bilgiler vermeyi hedefliyoruz.
Boşanmada kusur mal paylaşımını etkiler mi?
Boşanma davasında nafaka, maddi ve manevi tazminat talep edildiğinde mahkeme tarafında bu taleplerle ilgili karar verebilmek için tarafların hangisinin boşanmaya neden olan olaylarda daha kusurlu olduğunun tespitini yapar. Hakim evlilik birliği sürecinde boşanma gerekçesi olarak öne sürülen olayları bütün olarak göz önünde bulundurup delilleri değerlendirerek kusur tespitine karar verir.
Boşanma davasında taraflardan birinin asli veya ağır kusurunun mal paylaşımına olan etkisi ise taraflar bakımında genellikle yanlış bilinmektedir. Şöyle ki boşanma davasında asli veya ağır kusur, boşanma kararına, boşanmada talep edilen nafaka, maddi ve manevi tazminata doğrudan etkisi olacaktır. Asli veya ağır kusurlu tarafın açtığı boşanma davası reddedilecek, nafaka alamayacak ve maddi manevi tazminat alamayacaktır. Ancak boşanmada belirlenen kusur oranının mal paylaşımına etkisi bulunmamaktadır.
Boşanma nedeninin mal paylaşımını etkileyeceği durum Türk Medeni Kanununun 236.maddesinde ”Her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olurlar. Alacaklar takas edilir. Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma hâlinde hakim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Yani zina veya hayat kast nedeniyle boşanmaya karar verilmesi halinde mal rejiminin tasfiyesi davasında kusurlu olan eşin payının azaltılması veya kaldırılmasına karar verebilir. Ancak evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle açılan boşanma davasında belirlenen asli veya ağır kusur durumu mal paylaşımına etkisi olmayacaktır.
Sonuç olarak boşanmada kusur mal paylaşımını etkilemez. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle açılan boşanma davasında kusur oranı maddi ve manevi tazminat talebini etkileyecektir. Ancak boşanma davası zina veya hayata kast nedeniyle açılmışsa ve mahkeme tarafından bu nedenlerle boşanma kararı verilmişse bu durumda kusurlu olan tarafın mal paylaşımındaki payı azaltılabilir veya tamamen ortadan kaldırılabilir. Boşanmada kusur mal paylaşımını etkiler mi sorusunun yanıtı hangi nedenle boşanma davası açıldığına ve mahkeme tarafından verilen karara göre değişiklik gösterecektir.
Boşanmada kusur neyi etkiler?
Boşanma davasında boşanma nedeni olarak öne sürülen olaylarda eşlerden birinin daha fazla kusurlu veya tam kusurlu olması boşanma kararını etkileyebileceği gibi aynı zamanda boşanma davasındaki talepleri de etkiler. Eşlerden birinin diğerine karşı evlilik birliğinden doğan sorumluluklarını yerine getirmemesi ve evlilik birliğinin gereklerine uygun olmayan davranışlarda bulunması durumunda durumunda kusur durumu ortaya çıkmaktadır. Mahkeme tarafların evlilik birliğinde yaşanan olayları bütün olarak inceleyerek kusur oranını tespit eder.
Boşanmada kusur durumu mahkeme tarafından boşanma kararı verilmesine etkisi olacaktır. Eşler arasında ortak hayatı çekilmez hale gelecek derecede evlilik birliği temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ancak Yargıtay tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Bu nedenle evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle açılan davada dava açan taraf mahkeme tarafından tam kusurlu olarak tespit edilirse açtığı boşanma davası reddedilecektir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 12.10.2021 tarih 2017/3156 esas 2021/1209 sayılı kararı
”4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddenin 1 ve 2. Fıkraları; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır.
Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m. 2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’ileri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusurluluk durumlarını ise “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK m. 166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK m. 166/2) dava hakkı vardır. Maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Tarafların TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecektir.” şeklinde karar verilmiştir.
Boşanmada kusur davada talep edilen maddi ve manevi tazminata etkili olacaktır. Uygulamada genellikle evlilik birliğinde yaşanan olaylar ve buna bağlı kusur belirlemesinin mal paylaşımına etkisi olacağı düşünülse de evlilik birliğinde diğer eşin kusurlu davranışlarına maruz kalan taraf maddi ve manevi tazminat talep edebilecektir. Bu durum Türk Medeni Kanununun 174.maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre ‘’Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” şeklindedir.
Boşanmada kusur durumu nafaka talebini de etkileyecek olup Türk Medeni Kanununun 175. maddesinde ‘’Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.’’ şeklinde düzenlenmiştir. Bu nedenle çekişmeli boşanma davasında nafaka talep eden kusursuz veya daha az kusurlu ise nafaka talep edebilecektir.
Sonuç olarak boşanmada kusur boşanma davasının kabul edilmesi veya reddini, nafaka, maddi ve manevi tazminat gibi pek çok faktöre etkisi olacaktır. Zina veya hayata kast nedeniyle açılan boşanma davasının kabul edilmesi halinde kusurlu eşin mal rejiminin tasfiyesinde payı azaltılabilecek veya tamamen ortadan kaldırılabilecek, genel sebeple açılan evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle çekişmeli boşanma davasında kusur oranının mal paylaşımına etkisi olmayacaktır.
İlgili Makale: Anlaşmalı Boşanmada Mal Paylaşımı
Boşanmada kusur çocuğun velayetini etkiler mi?
Boşanma davasında eşlerden birinin ağır kusur veya tam kusurlu olmasının müşterek çocuğun velayetine olan etkisi merak edilen konulardan bir diğeridir. Taraflar evlilik birliğinde yaşanan boşanmaya gerekçe olarak gösterilen olayların velayeti doğrudan etkilediğini düşünseler de mahkeme açısından velayet konusunda karar verilirken çocuğun üstün menfaati öncelikli olup, tarafların eş ve ebeveynlik durumları ayrı değerlendirilmektedir.
Boşanma davasında eşlerden birinin diğerine karşı evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini ihlal etmesi halinde mahkeme kusurlu eşin tespitini yapar. Ancak eşlerden birinin boşanma davasında ağır kusurlu veya tam kusurlu olması velayeti alamayacağı sonucu oluşturmaz. Yani boşanmada davasında eşine karşı kusurlu davranışları velayet konusunda kötü bir ebeveyn olacağı şeklinde değerlendirilmez. Mahkeme tarafların talepleri ve aralarındaki yaşanan olaylardan bağımsız olarak velayet hususunda karar verirken çocuğun üstün menfaatini gözetip çocuğun bakımı, sağlığı, güvenliğı, sosyal ve ekonomik koşulları açısından tarafları değerlendirir, çocuğun ebeveynlerle olan ilişkisini de göz önünde bulundurarak karar verir.
Sonuç olarak boşanmada kusur çocuğun velayetini doğrudan etkilemez. Mahkeme velayet hususunda karar verirken çocuğun üstün menfaatini gözeterek karar verecek olup boşanmada öne sürülen kusurlu davranışlar çocuğun kusurlu bulunan tarafla ilişkisine veya çocuğun bakımı, ilgi ve gözetimine, fiziksel ve duygusal gelişimine etkisi bulunabilecek durumlar teşkil ediyorsa mahkeme bu noktada velayet kararı verirken bu durumları da dikkate alacaktır.
Boşanmada kusurlu eşe nafaka ödenir mi?
Boşanma davasında tarafların kusur durumunun nafakaya olan etkisi merak edilen konuların başında gelmektedir. Bu durumu boşanma davası süresince verilen tedbir nafakası ve dava sonunda talep edilmesi halinde hükmedilecek olan yoksulluk nafakası açısında ayrı değerlendirmek gerekmektedir.
Tedbir nafakası boşanma davası sürecinde talebe bağlı olmaksızın davanın başından itibaren, karar kesinleşinceye kadar hüküm altına alınır. Tedbir nafakası boşanma davasının sürecinde verilen bir nafaka türü olduğundan dava sürecinde tarafların kusur tespitinin yapılması mümkün olmadığında kusur durumun tedbir nafakasına etkisi bulunmamaktadır. Yani tarafların kusur durumu ne olursa olsun tedbir nafakası verilebilecektir.
Yoksulluk nafakası bakımından ise Türk Medeni Kanununun 175. maddesinde açık düzenleme yapılarak yoksulluk nafakası talep eden tarafın daha ağır kusurunun bulunmaması şartı getirilmiş, bu nedenle boşanma davasında ağır kusurlu olduğu tespit edilen taraf için yoksulluk nafakasına hükmedilmeyecektir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 07.06.2022 tarih 2021/2-322 esas 2022/851 sayılı kararında
”Türk Medeni Kanunu’nun 169. maddesi; yasal gerekçesinde de açıklandığı üzere 743 sayılı Medeni Kanun’un 137. maddesinin sadeleştirilmiş şekli olup, herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Dolayısıyla evvelden beri uygulanan bu hükme göre hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan geçici önlemleri bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın kendiliğinden almakla yükümlüdür. Geçici bir önlem niteliğindeki talebe bağlı olmaksızın takdir edilen tedbir nafakası kural olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşinceye kadar hüküm altına alınır. Dolayısıyla, tedbir nafakası takdirine ilişkin kararın, davanın açıldığı tarih itibariyle tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına ilişkin araştırma sonuçlarının dosyaya gelişini takiben hemen verilmesi gerekir.
Bu aşamada tarafların kusur durumu belirlenemeyeceğine göre verilecek kararda kusur durumu bir ölçü olarak alınamayacağı gibi, nihai kararla belirlenen kusur durumu da tedbir nafakasının kaldırılmasını ya da iadesini gerektirmez. Zira tarafların “kusur durumu” hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir. Dahası Kanun’da, tedbir nafakası yönünden tarafların kusurlu olup olmamaları bir unsur olarak yer almamaktadır. Bu nedenle, hakimin kusur durumuna bakmaksızın davanın en başında bu geçici önlemi alması ve buna bağlı olarak da tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını tespit edip, uygun ve geçici nitelikte bir nafaka takdir etmesi bir zorunluluktur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2011 tarihli ve 2011/2-533 E., 2011/670 K. sayılı kararı ile de benimsenmiştir.” şeklinde karar verilmiştir.
Zina ve hayata kast durumunda mal paylaşımı
Boşanma nedeninin mal paylaşımına olan etkisi istisnai olarak zina ve hayata kasta nedeniyle boşanma nedenleri için düzenlenmiş Türk Medeni Kanununun 236.maadesinde ”Her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olurlar. Alacaklar takas edilir. Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma hâlinde hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu nedenle zina ve hayata kast durumunda mal paylaşımında kusurlu olan eşin payı azaltılabilir veya ortadan kaldırılabilecektir. Azaltma veya tamamen ortadan kaldırılması hakimin takdir yetkisi dahilindedir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 01.04.2019 tarih 2019/552 esas 2019/3464 sayılı kararı
”Mahkemece, TMK’nin 236/2 maddesine göre zina ve hayata kast nedeniyle boşanma halinde hakimin kusurlu eşin katılma alacağının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebileceği hükmüne dayanarak davacının, davalıyı dolandırması sebebiyle ceza davası olduğu, evlilik birliği içinde sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı, iyi niyetle hareket etmediği, bu nedenle davacının dava konusu edilen taşınmazda herhangi bir katılma alacağını haketmediği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmişse de, verilen karar kanuna ve Dairenin ilke ve uygulamalarına uygun bir karar değildir.
Uşak 1. Aile Mahkemesinin 2007/523 E. 2010/953 K. sayılı dosyasında, kadının kusurlu davranışları nedeniyle TMK’nin 166/1-2 maddesine göre tarafların boşanmalarına karar verildiği, TMK’nin 236/2 maddesinin uygulama alanı bulabilmesi için, boşanma davasına bakan mahkeme tarafından, tarafların TMK’nin 161. maddesi gereğince zina nedeniyle veya TMK’nin 162 maddesi gereği hayata kast nedeniyle boşanmalarına karar verilmiş olması gerektiği, dikkate alındığında, somut olayda, tarafların evlilik birliğinin zina veya hayata kast boşanma sebebine göre sona ermemesi karşısında, TMK’nin 236/2 maddesinin uygulanamayacağı gözetilerek, yukarıda bahsedilen Dairenin ilke ve uygulamaları doğrultusunda davacı lehine katılma alacağına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.” şeklinde karar verilmiştir.
Zina nedeniyle boşanma Türk Medeni Kanunun 161.maddesinde ”Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Zina nedeniyle boşanma davasının kabul edilebilmesi için mutlaka cinsel ilişki kurulduğunu veya yargıtayın zinaya delil olarak kabul ettiği durumların ispatlanması gerekmektedir. Aksi halde güven sarsıcı davranış kapsamında değerlendirilirse zina nedeniyle boşanma davası reddedilir.
Hayata kast nedeniyle boşanma Türk Medeni Kanununun 162.maddesinde Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış bağlığı altında ”Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur.” şeklinde düzenlenmiştir.
Sonuç olarak zina ve hayata kast durumunda mal paylaşımında kusurlu olan eşin payı azaltılabileceği gibi tamamen ortadan kaldırılabilir. Zina ve hayata kasta nedeniyle boşanma davası açılması halinde bu nedenlerin ispatlanması büyük öneme sahip olup süreçte alanında uzman boşanma avukatından yardım alınması büyük öneme sahiptir.
Boşanmada kusur sayılan haller
Boşanmada kusu evlilik birliği yükümlülüklerine aykırı her türlü davranış olarak tanımlanabilir. Boşanma davasında bir tarafın diğerini maruz bıraktığı hangi davranışların kusur olarak nitelendirileceği kanunda açıkça sayılmamıştır. Her evlilikte yaşanan olaylara göre mahkeme mevcut durumun şartlarına göre kusurlu hareketleri değerlendirmektedir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle açılacak davalarda Yargıtay içtihatlarında fiziksel, ekonomik, duygusal, cinsel ve sosyal şiddet içeren davranışlar kusurlu hareketler olarak kabul edilmiştir. Yargıtay uygulamalarında her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.

